Rüzgârlar ve Türkler
Türk Kültürü - Rüzgârlar ve Türkler
Göktürk efsanelerinde geçer, belki işittiniz belki işitmediniz, Türklerin İdi- Nisibu adlı bir başkanı var idi Bu kimseye başkan demek biraz yetersiz kalabilir, çünkü istediği zaman rüzgâr ve fırtınalar çıkarabilme kudretine sahipti
Altay Dağları
İhtimal o ki, İdi-Nisibu, kutsal Yada taşını kullanabilen, sihirbaz, kudretli biri idi Türk mitolojisinin üstatlarından Bahaeddin Ögel, eski Türklerin, rüzgâr yapma eylemini kudretli bir insana vermiş olmalarına dikkat çeker Lakin bu kudretli insan, Yaz ve Kış Tanrılarının kızlarıyla evlenmiştir Böylece, gezegensel zamana, mevsimlere ait bir başlangıçla başlar öykü İdi-Nisibu, rüzgârları, yaz ve kışı, bunların haricinde gece ve gündüzü de belirler ve onlara hükmederdi Oğuz Han destanında, destana ismini veren hakan, gök ve yerin simgeleri olan kızlarıyla evlendikten sonra, eski Türklerin deyimiyle söyleyelim, bu hatunlardan, Gök, Gün, Ay, Deniz, Dağ, Yıldız gibi adları olan çocukları doğmuştur Oğuz Han'ın çocukları ile torunlarının sayıları aslında 'takvim rakamları'ndan başka bir şey değildir Böyle düşünür, Ögel hocamız Yerleşik toplumun en görkemli örneği antik Yunan'a ait mitoloji ile göçebe toplumun güçlü temsilcisi Göktürklerin mitolojisi arasındaki benzerlik şaşırtıcı değil midir? Göksel başlangıç, birer oğul ve kız olarak göksel cisimler ve olaylar…
Eski Türk mitolojisinin benzeri Güney Sibirya efsaneleri de iki mevsim üzerine kuruluydu Buryatlara için, Yağmur ve Rüzgâr Tanrıları, yaz ve kış olarak iki mevsimde ortaya çıkıyorlardı Bunlar ilkbahar ve Sonbahar rüzgârlarıydı Bahaeddin Ögel'e göre, Sibirya'da bahar ve sonbahar yok denecek kadar kısa sürdüğü için, yaz ve kış rüzgârları ilkbahar ve sonbahar olarak ifade edilmişti Buryatların Rüzgâr Tanrısı Zada da yağmur getiren rüzgârın ruhudur Hafif ve ılık esen, her an yön değiştiren türe giren yağmur rüzgârları otlakların susuzluğunu giderirdi Ama sonbahar rüzgârları kuşları ve kazları getirirdi Bu yüzden Güney Sibirya Türkleri, bu kuşlara rüzgâr kuşları derdi Buryatların Rüzgâr Tanrısı Zada'nın Türkçedeki 'Yada' sözcüğü olduğunu öğrendiğimde şaşkınlığım sınıra ulaşmıştı Ama bu Yada, rüzgâr taşı veya yağmur yağdıran taş olarak Yada'dır Kim bilir, belki de bir o yana bir bu yana esen yel gibi, işin bir o yanını bir bu yanını anlatan ya da sözcüğünün de Rüzgâr Tanrısı ile bir ilişkisi vardır İlişkisi olmasa bile Rüzgâr Tanrısının insan zihnindeki esintisi olarak bakılabilir, bir o yana bir bu yana esen insan ruhunu anlatıyordur ya da anlatmıyordur denebilir
Bozkırdaki taşların üzerine kazınmış yazıtlarda bölük pörçük kalmış Göktürk efsanelerine göre, Türklerin ataları bir zamanlar dağların başlarında ve karların içlerinde aç ve perişan bir halde yaşarmış Yağmur yağdıran ve rüzgâr estiren kardeşlerden biri ateşi bulmuş ve Türkleri ısıtmış, onların yaşamlarını sürdürmeleri böyle mümkün olmuş Yakut Türklerinde Rüzgâr Estiren Tanrı, yüksek dağların tepelerinde oturur, burada uyur, kalkar ve gezinirdi Bazen ıslık çalar, bu ıslık buzullara çarpar, onların üzerindeki soğuk havaları toplar ve rüzgâra dönüşürdü Bu yüzden Yakutlar, dağların tepelerinde yüksek sesle konuşmazlardı Kimi Yakutlar, Rüzgâr Tanrısına Dağ-Toyunu yani Dağların Efendisi derdi Dağ Toyunu yüksek seslerden ve bu seslerin yankılarından hiç hoşlanmazdı Böyle bir şey işitince derhal fırtınalar gönderip öfkesini ifade ederdi
Bu inanışları, eskilerin, eski Türklerin rüzgârla kurdukları uyumlu ilişki olarak düşünmek gerekir Karşılaşan iki insanın birbirinin elini sıkması ne kadar boş inan ise rüzgârın estiği yüksek dağlarda, sessiz kalmak da o kadar boş inandır Eskilerin doğayla, kopmaz bir ilişki halinde yaşadıklarını ve bu ilişkiyi kuruluş efsanelerinin baş köşesine kazıdıklarını gösterir Tokalaşmak veya öpüşmek nasıl ki simgesel bir uyum ve dostluk eylemidir, sessizce rüzgârın sesini dinlemek de öyle sayılmalıdır
Eski Türklerin rüzgâr anlatıları sonsuz sayıdadır Asya'nın kuzeyinde yaşayan veyahut da oraya sığınan Yakut Türkleri, dünyanın dört köşesinde büyük rüzgâr hazineleri olduğunu anlatırdı Zaman zaman bu rüzgâr hazineleri açılır, dünya rüzgâr içinde kalırdı Üstelik bu hazinelerin hepsi birden açılmazdı Bazen bir yönden, bazen öteki yönden rüzgâr açılmalarıyla, böylece farklı yönlerden esen rüzgârlar meydana gelmiş olurdu Rüzgâr bir hazinedir
Özcan Yüksek / Atlas Eylül 2009,sayı 199
Türk Kültürü - Rüzgârlar ve Türkler
Göktürk efsanelerinde geçer, belki işittiniz belki işitmediniz, Türklerin İdi- Nisibu adlı bir başkanı var idi Bu kimseye başkan demek biraz yetersiz kalabilir, çünkü istediği zaman rüzgâr ve fırtınalar çıkarabilme kudretine sahipti
Altay Dağları
İhtimal o ki, İdi-Nisibu, kutsal Yada taşını kullanabilen, sihirbaz, kudretli biri idi Türk mitolojisinin üstatlarından Bahaeddin Ögel, eski Türklerin, rüzgâr yapma eylemini kudretli bir insana vermiş olmalarına dikkat çeker Lakin bu kudretli insan, Yaz ve Kış Tanrılarının kızlarıyla evlenmiştir Böylece, gezegensel zamana, mevsimlere ait bir başlangıçla başlar öykü İdi-Nisibu, rüzgârları, yaz ve kışı, bunların haricinde gece ve gündüzü de belirler ve onlara hükmederdi Oğuz Han destanında, destana ismini veren hakan, gök ve yerin simgeleri olan kızlarıyla evlendikten sonra, eski Türklerin deyimiyle söyleyelim, bu hatunlardan, Gök, Gün, Ay, Deniz, Dağ, Yıldız gibi adları olan çocukları doğmuştur Oğuz Han'ın çocukları ile torunlarının sayıları aslında 'takvim rakamları'ndan başka bir şey değildir Böyle düşünür, Ögel hocamız Yerleşik toplumun en görkemli örneği antik Yunan'a ait mitoloji ile göçebe toplumun güçlü temsilcisi Göktürklerin mitolojisi arasındaki benzerlik şaşırtıcı değil midir? Göksel başlangıç, birer oğul ve kız olarak göksel cisimler ve olaylar…
Eski Türk mitolojisinin benzeri Güney Sibirya efsaneleri de iki mevsim üzerine kuruluydu Buryatlara için, Yağmur ve Rüzgâr Tanrıları, yaz ve kış olarak iki mevsimde ortaya çıkıyorlardı Bunlar ilkbahar ve Sonbahar rüzgârlarıydı Bahaeddin Ögel'e göre, Sibirya'da bahar ve sonbahar yok denecek kadar kısa sürdüğü için, yaz ve kış rüzgârları ilkbahar ve sonbahar olarak ifade edilmişti Buryatların Rüzgâr Tanrısı Zada da yağmur getiren rüzgârın ruhudur Hafif ve ılık esen, her an yön değiştiren türe giren yağmur rüzgârları otlakların susuzluğunu giderirdi Ama sonbahar rüzgârları kuşları ve kazları getirirdi Bu yüzden Güney Sibirya Türkleri, bu kuşlara rüzgâr kuşları derdi Buryatların Rüzgâr Tanrısı Zada'nın Türkçedeki 'Yada' sözcüğü olduğunu öğrendiğimde şaşkınlığım sınıra ulaşmıştı Ama bu Yada, rüzgâr taşı veya yağmur yağdıran taş olarak Yada'dır Kim bilir, belki de bir o yana bir bu yana esen yel gibi, işin bir o yanını bir bu yanını anlatan ya da sözcüğünün de Rüzgâr Tanrısı ile bir ilişkisi vardır İlişkisi olmasa bile Rüzgâr Tanrısının insan zihnindeki esintisi olarak bakılabilir, bir o yana bir bu yana esen insan ruhunu anlatıyordur ya da anlatmıyordur denebilir
Bozkırdaki taşların üzerine kazınmış yazıtlarda bölük pörçük kalmış Göktürk efsanelerine göre, Türklerin ataları bir zamanlar dağların başlarında ve karların içlerinde aç ve perişan bir halde yaşarmış Yağmur yağdıran ve rüzgâr estiren kardeşlerden biri ateşi bulmuş ve Türkleri ısıtmış, onların yaşamlarını sürdürmeleri böyle mümkün olmuş Yakut Türklerinde Rüzgâr Estiren Tanrı, yüksek dağların tepelerinde oturur, burada uyur, kalkar ve gezinirdi Bazen ıslık çalar, bu ıslık buzullara çarpar, onların üzerindeki soğuk havaları toplar ve rüzgâra dönüşürdü Bu yüzden Yakutlar, dağların tepelerinde yüksek sesle konuşmazlardı Kimi Yakutlar, Rüzgâr Tanrısına Dağ-Toyunu yani Dağların Efendisi derdi Dağ Toyunu yüksek seslerden ve bu seslerin yankılarından hiç hoşlanmazdı Böyle bir şey işitince derhal fırtınalar gönderip öfkesini ifade ederdi
Bu inanışları, eskilerin, eski Türklerin rüzgârla kurdukları uyumlu ilişki olarak düşünmek gerekir Karşılaşan iki insanın birbirinin elini sıkması ne kadar boş inan ise rüzgârın estiği yüksek dağlarda, sessiz kalmak da o kadar boş inandır Eskilerin doğayla, kopmaz bir ilişki halinde yaşadıklarını ve bu ilişkiyi kuruluş efsanelerinin baş köşesine kazıdıklarını gösterir Tokalaşmak veya öpüşmek nasıl ki simgesel bir uyum ve dostluk eylemidir, sessizce rüzgârın sesini dinlemek de öyle sayılmalıdır
Eski Türklerin rüzgâr anlatıları sonsuz sayıdadır Asya'nın kuzeyinde yaşayan veyahut da oraya sığınan Yakut Türkleri, dünyanın dört köşesinde büyük rüzgâr hazineleri olduğunu anlatırdı Zaman zaman bu rüzgâr hazineleri açılır, dünya rüzgâr içinde kalırdı Üstelik bu hazinelerin hepsi birden açılmazdı Bazen bir yönden, bazen öteki yönden rüzgâr açılmalarıyla, böylece farklı yönlerden esen rüzgârlar meydana gelmiş olurdu Rüzgâr bir hazinedir
Özcan Yüksek / Atlas Eylül 2009,sayı 199